Son zamanlarda ülkemizde Evrim Teorisi çok fazla tartışılmaya başlandı. Elbette ki bu tartışmalar siyasi partilerin bazı tavırları sonucu alevlendi ancak halkımızın da bu konuya, özellikle dini inançlarından dolayı çok sert bir tavır aldığını görüyor, okuyorum. Bu konuda ben de kendi bilgi birikimimi sizlerle paylaşmak istedim.
Benim lisansım Astronomi ve Uzay Bilimleri‘dir. Bizler evrim teorisini bırakın üzerinde yaşadığımız gezegeni, tüm evreni hesaba katarak okuduk. “Yer Dışı Yaşam” diye bir dersimiz vardı. Bu derste temel olarak “başka gezegenlerde hayat bulunma ihtimali”ni hesapladık. Bunun için de Frank Drake‘in 1961 yılında ortaya koyduğu Drake Denklemi‘ni (The Drake Equation) kullandık.
N = N* fp ne fl fi fc fL
Bu denklemdeki tüm parametreler birbirleriyle çarpılır ve sonuçta olasılık olarak galaksimizdeki zeki, iletişimi geliştirmiş uygarlık sayısı ortaya çıkar. Yazının ilerleyen bölümünde bu konuyu detaylandıracağız.
Evrim teorisinin 150 senelik bir geçmişi var. Teori, yaklaşık 20 yıllık bir olgunlaşma sürecinin ardından Charles Darwin‘in 1859’da yayınladığı “Türlerin Kökeni Üzerine” (On the Origin of Species) kitabı ile resmen ortaya atılmıştır. Bu yıldan itibaren günümüze kadar ise bu konuda ciddi gelişmeler kaydedilmiş ve teori geliştirilmiştir. Teorinin detaylarını merak eden zaten bu konudaki bilimsel yayınları okuyabilir. Ben burada dünyadaki birçok profesörün yaptıkları bilimsel yayınlara yorum getirmeye çalışmıyorum, böyle bir şey anlamsız olacaktır. Ancak konuya hakim birisi olarak insanlarımızın hatalı değerlendirdiği noktalara değinmek istiyorum.
Evrim teorisini bulan kişi Darwin’dir, bu nedenle hep teori ile özdeşleştirilmiştir. Ancak Darwin’in 150 sene önce ortaya attığı kavramın temeli doğruysa da, sonradan yanlış olduğu kanıtlanmış onlarca yaklaşımı ve zamanın bilim seviyesinden kaynaklanan hatalı bilgiler üzerinden elde etmiş olduğu bulgular mevcuttur. Yani, Darwin’in kitabını okuduğunuzda ve mantığınıza uymayan bir bilgi gördüğünüzde “tamam, bu teori hatalıymış” şeklinde düşünmemeniz gerekiyor. Teorinin günümüzde ulaşılmış bilim seviyesiyle geldiği son noktaya göre değerlendirmesi gereklidir.
Bilim, yalnızca bir şeyi kesin olarak açıklamayı amaç edinmez. Bilim, mümkün olan en doğru, en yaklaşık sonuca ulaşmayı hedefler. Günümüzde yaşayan bir insanın kemiklerinden yapılan analizler ile ±2 yıllık sapmayla kişinin yaşı belirlenebiliyor. Binlerce, milyonlarca yıllık fosillerden nokta atışı yapmak elbette ki imkansızdır, bilimin de böyle bir iddiası yoktur. Ancak her geçen gün daha gelişmiş teknikler, daha yaklaşık sonuçlar elde etmemizi sağlamaktadır. Hemen her bilim dalını köşeye sıkıştırmak için sorulan “Bilmem kaç yıl önceki bilgiler için hatalı diyorsunuz, şu ankinin doğru olduğunu nereden biliyorsunuz?” sorusu bilimin tanımı açısından anlamsızdır. Bilim zaten günümüzdeki bilginin “tarihteki en doğru” bilgi olmasına gayret eder. Yoksa Newton fiziği yanlış, Quantum ise kesinlikle doğrudur şeklinde bir iddia hiçbir zaman yoktur. Örneğin “Newton fiziği röletivistik hızlara yaklaşıldığında yetersiz kalır, Quantum fiziği ise bize bu durumda daha gerçekçi sonuçlar vermektedir” şeklinde bir yaklaşımda bulunulur. Yoksa kimse Newton’un tamamen yanlış, Quantum’un ise bundan 1000 yıl sonra bile aynen kabul göreceği düşüncesinde değildir. Ortak bir konuda ortaya atılmış birçok teori birbirlerini basamak olarak kullanmışlardır.
“Evrim teorisi olmasa ne olur? Madem birçok insan dini inançlarından dolayı bu konuda alınganlık gösteriyor, insanların huzur ve refahı için evrim teorisini çöpe atalım”. Bilimde asla böyle bir yaklaşım yoktur. “Bilim nedir? Bilim felsefesi nedir? Bilim adamı kime denir? Bilim adamının çalışma yöntemleri nelerdir?” gibi tanımlar çok açık ve net bir biçimde ortaya konulmuştur. Bilimdeki birçok konu başka bilimsel bulguları temel almaktadır. Yani siz bir konuyu bilimsel değil de toplumsal ya da dinsel bir nedenle ele almayı bırakırsanız, bu konu üzerinden gelişecek tüm bilgi zincirini de imkansız kılmış olursunuz.
Şimdi evrim teorisini bir adım ileriye taşıyalım. Yazının başlarında bahsettiğim Drake Denklemi‘ni bir inceleyelim.
N = N* fp ne fl fi fc fL
N: İletişimi geliştirmiş canlıların sayısı
N*: Samanyolu galaksisindeki yıldızların sayısı. Şu an için 100 milyar kabul ediyoruz.
fp: Çevresinde gezegen olan yıldızların oranı. %20 – %50 aralığında olduğu tahmin ediliyor.
ne: Yıldızların çevresindeki gezegenlerin yıldız başına kaç tanesi gerekli yaşam koşullarını sağlayabilir? Tahmin 1-5 arası.
fl: Uygun yaşam koşulları bulunan gezegenlerde hangi oranda yaşam gerçekten oluşur? Bununla ilgili “yaşam oluşma ihtimali varsa oluşacaktır” teorisi %100’ü savunurken, bu ihtimal %0’a kadar da düşebilir.
fi: Diyelim ki yaşam oluştu. Peki zekiler mi? Bu da “fl” parametresine benzer bir içimde “yaşam varsa zamanla zeka kesinlikle oluşacaktır” ile %100’den başlayıp yine %0’a kadar düşebilir.
fc: Bu canlılar mevcut, zekiler de. Yani bizimle irtibata geçebilme olasılıkları var. Peki gerçekten iletişime geçme arzuları var mı? Bu da %10-%20 arası bir oran olarak tahmin edilmektedir.
fL: Bir diğer can alıcı nokta. Tüm koşulların gerçekleştiğini varsayalım. Bizimle irtibata geçmeye hevesli canlılar var. Peki gezegenin yaşam süresinin kaçta kaçında bu canlılar yer almaktadır? Bu soru ise milyonda bir ya da daha düşük bir ihtimale denk gelmektedir.
Hadi tahmini değerleri yerlerine koyup bir deneme yapalım.
N = N* fp ne fl fi fc fL
N = 100000000000 * 0.5 * 1 * 0.5 * 0.2 * 0.2 * 0.000001 = 1000
“N = 1000” olarak bulunur. Bu şekilde Samanyolu Galaksisinde 1000 adet iletişimi geliştirmiş ve bizimle aynı zamanda hayatta olan uygarlık olduğunu tespit etmiş olduk. Size bu mantıklı geldi mi? Şimdi bu konu üzerine biraz yorum yapalım.
Bir şekilde gerçeği bilme ihtimalimiz olsa, yani galaksimizdeki uygarlıkların sayısını öğrenebilsek emin olun bu sayı “1000” çıkmayacaktır. Yazımın başında bilimin amacının her zaman bir şeyleri kesin olarak açıklamak olmadığını söylemiştim. Drake Denklemi bence bunu açıklamak için çok güzel bir örnektir. “Uzaylılar” dediğiniz zaman kavram genellikle oldukça fantastik ve bilim dışı algılanır. Birisi kalkıp size “galaksimizde bizim haricimizde 1000 civarı uygarlık var” dese elbette ki normal koşullarda güler geçersiniz. Ancak bu bilgi yaklaşık da olsa ihtiyaç duyulabilecek bir bilgi olabilir. Örneğin gelecekte başka uygarlıkları araştırmak için uzaya bir ekip gönderecek olursak, tam olarak teknolojimizin hangi seviyeye geldiğinde o yolculuğa çıkmamız gerektiğini bu tür denklemlerin sonucunda elde edilen olasılıklar belirleyecektir. Eğer teknolojimiz henüz uçsuz bucaksız galaksideki 1000 uygarlıktan birine rastlamaya yeterli değilse bu yolculuğa çıkmak anlamsız olacaktır. Ancak bu denklem ve sonucundaki ihtimaller hiç hesaba katılmadan “nasılsa galaksimiz çok büyük, içinde de milyonlarca, belki milyarlarca uygarlık vardır” diye düşünerek bugünün teknolojisiyle de bu uygarlıkları aramaya koyulabiliriz. Sonuç olarak başarısız bir projeye milyarlarca lira para yatırmış ve uzaya çıkacak birçok bilim adamının hayatını boşu boşuna riske atmış oluruz.
Şimdi gelelim evrim teorisine. Bütün bu söz konusu ihtimaller evrime dayanmaktadır. Eğer evrim teorisi inkar edilirse nasıl başka gezegenlerde yaşamdan bahsedebiliriz? Eğer “evrim yoktur, tüm canlıları Allah yaratmıştır”dan yola çıkacak olursak galaksimizdeki yaratılmış canlı sayısını nasıl tahmin edebiliriz? Bu bilgiyi kime sorup öğrenebiliriz?
Evrim teorisi hiçbir zaman canlıların “yaratılmadığını” iddia etmez. Evrim teorisi canlıların doğrudan şu anki halleriyle yaratılmalarının lüzumlu olmadığını iddia eder. Bilim maddenin yoktan var olmayıp, var olanın da yok olamayacağı görüşünü savunur. Şu anki durumda birçok maddenin var olduğu kesin olduğuna göre “sıfır noktası”na ulaşıldığında o maddeler yaratılmış olabilirler. Zaten günümüzde evrim teorisinin açıklayamadığı bir konudur bu sıfır noktası. Aslında açıklamak zorunda da değildir. Evrim teorisi canlıların evrimlerini inceler, inorganik maddelerden ilkel atmosfer koşullarında nasıl organik maddeler oluştuğunu açıklayabilir (Bkz: Miller-Urey Deneyi). Evrim teorisi organizmaları konu aldığı için inorganik maddelerin nasıl oluştuğu teorinin genel konsepti açısından öncelikli bir konu değildir. Örneğin bir arabanın nasıl hız kazandığını bilim açıklayamasaydı bile sabit hızda ilerleyen bir arabanın ne kadar zamanda nereye ulaşacağını bilebilirdi. Kısacası bilim kainatın bütün sıralarını açıklayamasa da açıklayabildiği kadarı güvenilir ve faydalı bilgi içerebilir.
Sonuç olarak evrim teorisinin doğruluğunu tartışmanın pek de bir anlamı yok. Bilim belli kabuller olmadan ilerleyemez, yerinde sayar. Bilimin ilerlemesi için evrim teorisi yanlış bile olsa lüzumludur. Ayrıca bu güne kadar araştırmalarına yön verirken dini endişeler barındıran hiçbir bilim adamı görmedim. Din ile ilgili bilim adamlarının tek endişesi dinin bilimin önüne duvar örmesidir. Ancak bilimin derdi hiçbir zaman dini değerleri çökertmek olmamıştır. Eğer bilimsel bulguların sonucunda böyle bir şey yaşanacak olursa da bundan korkmamak gerekir. Eğer gerçekten bilim bir şeylerin yanlış olduğunu net bir biçimde kanıtlayabilirse insanlık bir yanılgıdan kurtulmuş olur. Bilimden çekinmek demek, dinine güvenmemek demektir. Bu nedenle dininizden şüphe duymuyorsanız, bilimsel gelişmelere karşı endişe taşımamanızı öneriyorum.
En Son Yorumlar